21 Şubat 2016 Pazar

Tatar Ramazan Diye Biri Yok

Hani kolun kırıldığı yerden yanlış kaynamıştır da iyileşmesi için tekrar kırılıp düzeltilmesi gerekir ve bunu yapmaktan korkarsın ya... Ya da ne bileyim, hani dişin çürüktür ve kurtulman için çekilmesi gerekir ama diş hekimi sana kabus gelir ya, işte durum şimdilerde aynen böyle bir şey... 
Diş çürüktür ve kol yanlış kaynamakta. Tatar Ramazan diye biri yok... Aldous Huxley kapılarını yağlasın artık...

24 Temmuz 2015 Cuma

Bir "Freak-out" Yazısıdır..

Öğretmen oldum, kırmızı 8 li hala aklımdan çıkmıyor.. Öğrencilerime düşünmeyi hiç öğretmedim örneğin.. Düşünceyi doğa ile pratik ettirmek mesela.. Sanırım bir ara üniversite yıllarında bir kitap önzünüde  gördüğüm bir şeydi bu.. Ama kırmızı 8 gelseydi dışarı koyuyordum.. Bu gerçek.. “Evren mi? Kim, ne? Kenan ı mı diyorsun..? Yoksa Kepler falan mı yani..”

Sonra imam oldum bi ara ben.. Ne parasına ölüler yıkadım anlatamam.. Caminin tuvaletini temizlemek hiç aklıma gelmedi ama.. Ve o mevlüd yemekleri.. Var ya, denemelisin.. “Ne? Kola mı? İçmem, İsrail malı.. Bu arada benim Toyota yı gören var mı? Park ettiğim yeri unuttum da ;) Hobi mi? Hobi ne lan? Çukulataydı dii mi o? Hı? “

Dernek başkanı da oldum bir ara. Hem de Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı.. Boru değil yani..;) Çok yemek verdik ve onuncu yıl marşını çok söyledik.. Sağolsun Kenan.. En Atatürkçü olanımız o.. Ama hiç resim ya da bir heykel sergisine gitmedim.. Mesela bir gün yanımda bir ilçe parti başkanı vardı. Bir sergi salonunun tuvaletini kullandık.. O kadar. Ama kimdi, ne sergisiydi bakmadım yani.. Açılışa çağırılsaydık tabi durum başka olurdu.. “ ”Atatürk diyor ki..” sadece.. Hem bu yıl çok anahtarlık yaptırdık.. Ata baskılı.. N’aber..”

Yukarıda bahsi geçen ilçe party başkanı benim. Övünerek söyleyeyim bu CHPparty.. Sadece özel gün kutlaması yapar, ölü anarız. Gezi bizim.. Basında sansürün kalktığı günü kutlarız ama hala basın özgürlüğünün gelmediğini pek eleştirmeyiz. Zira iktidar olacağımız gün yakındır.. Pek demem o yüzden.. Kısmen de olsa yasak bize de lazım dii mi ;) “Nasıl neredeydik o gün, yemekteydik ya lan.. hani o sahilde verdiğimiz yemekte.. Hani masalarda ışıklı meyvalar vardı.. Küba geceleri gibiydi.. Rakılar içiyor, türkü söylemek için tuttuğumuz çocuk ise Mahsuni den söylüyordu.. Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana.. Hatta ….”

MHP li olduğum zamanlar da oldu tabi.. Türk tarihini bilmek hak getiriyor diye bilmedik.. Kürşat sadece iyi saz çalan bir çocuk olarak aklımızda.. Liseden.. Bazılarımız ise kürt bayrağı diye Jamaika bayrağını yaktı.. İnanın ben bile güldüm.. E naapsınlar, bulamış çocuklar.. Ama hala Jamaika bayrağını nereden buldular bilemiyorum.. Ya da hangi ülke bayrağıysa artık, bilmiyorum.. “Evet sadece Türk olacak, başka marka istemem.. Grev mi? Bir MHP liye grev mi diyorsun sen so now..? Evet asgari ücret az tabi ama, bilemedim şimdi.. Bunun için greve gidersek rezil oluruz be kardo.. Doğamıza aykırı..”

Devrimci bile oldum.. Kapital diye bir kitap dediler önce,, Abi okur gibi yaptım ama okumadım ne yalan söyleyeyim.. Aramızdan iki üç kişi başardı okumayı.. Onları da ya anlamadık ya da onlar tam anlamadılar kitabı.. Bilmiyorum işte.. Bir sürü birleştiremediğimiz çelişkiler.. Birleştiremediğimize “uzlaşmaz” dedik.. Tanrı yoktur dedik ama gece yatağa girince götümüz yemedi, içimizden dua ettik.. Hala bir yanımız “Cübbeli nin dediğine bakarak “Ya varsa lan..” falan diyor. Örneğin hala anlamamışımdır Tanrı ya inanmadığımız halde Alevilik ile gönül bağımızı.. (Ama bu hala birleştiremediğimiz bir ilişki ve “uzlaşmaz” da demediğimiz bir paradokstur.) Diğer yanımız ise bir türlü Acun dan kopamadı.. En sol günlerde Face profil resmi hemen Che olurdu.. Bir günlüğüne de olsa hepimiz aynı düşünebiliyorduk. Güzel günlerdi be o günler.. Devrimi, hala caddelerde biz tankların üzerindeyken karanfil atan kızlara benzetiriz.. Hehe Hani var ya Coming Soon, biz onu komik son algılamışız.. “Pek yakında devrim sinemasında.. Hadi bi türkü bar yapalım.. Eski solcular bir anma yemeğinde “Zafere kadar devrim” dedi.. Garsonlar güldü.. “


Sssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssssss falan yani….


Bir gün şu oldum, bir gün bu oldum, bir gün o oldum, be or not to be, onun gibi oldum, Yeşilmişik gibi oldum,…………….. devam eder ve kısaca;

Alevi oldum cemevinde çalışan inşaat işçilerine su bile vermedim,
Veteriner oldum sokak hayvanları için bir kap su koymadım,
Sanatçı oldum öykünmeden duramadım,
Sunni oldum Alevileri yaktım,
Şafi oldum China ya köpek sattım. (Onlar daha beter çıktı, festival yaptılar..)
AKP li olmayı bile denedim Reza Zarrap, Zuckerberg’ in kankisi çıktı,
Balıkçı oldum dibi kazıdım hunharca,
Fizikçi oldum Gazi koşusu reklamları yaptım,
Kürt olmadığım halde HDP li oldum ama parti binasına bi Deniz Gezmiş posteri astıramadım,
Hacı oldum, ürettiğim mal bok gibi (Tanrı’ya rağmen, hem de bile isteye;)

Daha bu liste çok uzar.. Kısacası bir sürü iş yaptım. Dikiş yok tabi. Ama en sonunda kendime tam istediğim gibi bir iş edinebildim.. Çok genç bir patronum var. Adı Marc Zuckerberg. (Soyadına dikkat bu arada, çok tehlikeli) Çok zengin uşak.. İşim basit. Tek yapmam gereken şey kurduğu Facebook sitesinde sağ üst köşede duran dünya grafiğine bakıp, orada kırmızı bir bildirimi beklemek. Bu kadar.. İyi çalışırsan bu bildirim sayın artıyor ve mutlu oluyorsun.. Biraz da paylaşım tabi.. Ee kolay işin biraz da zor yanları olmuyor değil. Bereket paylaşımlar beleş.. Sivilde bir bardak suyu bile paylaşmayacağın kişilerle burada istediğini paylaşıyorsun. Beleş yani.. Arasıra siyaset ve poetika üzerine birkaç küfür de sallamak gerekiyor tabi. Ama mektupla çocuk yapmak gibi bir şey bu.. Çünkü bu kadar uzaktan seni kimse yakalayamaz.. Tıpkı Tool un Vicarious ta dediği gibi  

neden öylece itiraf edemiyoruz?
neden sadece itiraf edemiyoruz?
kan akana kadar ara vermeyeceğiz
ne cesurca ne cüretli
ne de çok parlak anlatılmış bir hikaye,
kan bir dalga halini alana kadar ara vermeyeceğiz.
bir şeylerin benden uzak ,
güvenli bir mesafede ölmesini izlemeye ihtiyacım var
gıyabında bütün dünyanın ölümünü yaşarken
senin bütün hissiyatında aynı,
neden itiraf etmiyorsun?.......

Peki mutlu muyum? Yesss.. Siz hiç içtiğiniz akşam üzeri kahvesinin fotoğrafına bir saat içinde 200 beğeni alıp mutlu olmadınız mı yoksa….? Ne ayıp..
Kim miyim? Tabiki Hotel Kaliforniya dan.. Freak-out yazısı bu. Arabanın arka koltuğunda düzüşmek tir freak-out.. Şoförünü bilmezsin. Umurunda da olmaz yani..  Ya da bunu  o hani bilmem ne.com sitesi var ya, hani kırk yıl sonraki halini falan koyuyor geyikler için, hah işte oradan öğrenebilirsiniz.. 

Şimdi;
Deneyimler: İş basit ve güzel ama Marc sürekli Züküyor, haberiniz olsun.. Uyarmadı demeyin..

Varsayımlar: İşimi akıllı ve uslu yaparsam bir gün bu topraklarda da Işid i görebileceğimi söylediler.. Tabi yedek kafanız varsa..;)

Anahtar Kelimeler: İstenmeyen tüylere yüz sürmek, George Orwell, Godot’ nun pezevengi, Çellomun alt teli(basma yaram kan gider), Cami avlusuna düşen tohumlar, Facesupanallah, Hobi ne lan, Kürşat ve şemsiyesi vb.

Çıkarımlar: Ne kadar Face, o kadar My Face.. Sürekli Face ise Marc=1/Zerrap,, Hani o iki ucu da pis olan değnek var ya, hah işte o.

NOT: Bahsi geçen konuların hepsi yaşamış olduğum ve sürekli yaşadığım olaylardan alıntılamadır.. Kim alınırsa alınsın. Çok önemi yok benim için.. İstisnalar kaideleri bozmazlar. Sadece bu iş için varlar anlayacağınız..

Ercan Yaren

23 Haziran 2015 Salı

Hadron, Higgs ve Şirk..

Ülkemizde bir sürü bilim adamı –ki aralarında bir çoğu profesör unvanını taşıyor- gazeteci, yazar ve din adamı Cern deki Hadron çarpıştırma deneyi üzerine sürekli atıp tutuyorlar.. Parçaya kütle kazandırmayı hedefleyen bu deneye, sırf parçaya “Tanrı parçacığı” dendiği için tartışmanın sonunu Tanrı ve dine getirerek bağlıyor ve bu tür bir deneyin dinin ve Tanrı’nın varlığına tartışma açacağından ve ona zarar vereceğinden korkuyorlar.. Çünkü onlar için kuantum dünyası bir bilinmezlik ve ölçülemezlik alemi. Bu alem içinde onlara göre sınırlı insan aklı bir işe yaramayacak ve bir sonuç alamayacak, üstüne o parçacık ile Tanrı’ya şirk koşacaktır..

Peki Tanrı bu deneye kızar mı acaba..? Verdiği aklın nereye kadar yeteceğini bilen Tanrı bunu kendine “şirk” sayar mı..? Sınırlı aklının olduğunu iddia eden bu topluluk bunun şirk olduğunu bilebilir mi? Dünyada bu kadar düzenbaz, küfürbaz ve savaşsever vahşi Bağdadi varken, bu deney ile uğraşan bilim insanlarını cehenneme atmayı düşünür mü Tanrı? Ve eğer Tanrı’nın yaptığını insan zekası yapamaz diyorlarsa bu korku ve bu iddia neden..?

Evet, bilim çelişkileri de çözer. Bir işi de budur. Ama birleşen zekaların arasında doğan çelişkileri çözer. Ve çelişkiler çözüldükçe zeka büyür, hal değiştirir ve kendinden daha büyük zekalara doğru evrilir. Kısacası evrilen zekadır ve her şeyi değiştirir..

Ve zeka tüm bu işler ile uğraşırken Higgs bozonunu “..git onu boz..!” tarzında anlayanlar ile zaman kaybetmez. Zira zaman, hareket varsa zaman olur. Evrilemeyen zeka ise kör bir daire içinde dönmesini hareket sayarak Hizbullah olur, El Kade olur, Işit olur, Daiş olur, hepsinin göbek adı Hürmüz olan faşist siyasetçi olur ve bunların hepsine küfreden ama hala 68 kafası ile sabah akşam Acun seyreden solcu olur.. Ve sonunda kaybolurlar.. Ve bunların hiçbiri dönen evrenin umurunda olmaz...



Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, 
okumayanlar, müzik dinlemeyenler, 
gönlünde incelik barındırmayanlar.
                                            Neruda

 Ercan Yaren
Haziran 2015

19 Haziran 2013 Çarşamba

Ariflik Sorunu..

Bazen bir insanı anlamazsanız,o insanın parasızlıktan içtiği sarma sigara size esrar görünür, içen kişi ise esrarkeş.. Bazen de bu insan içtiği iki bira yüzünden ayyaş, dinlediği yabancı müzik yüzünden de gavur oluverir. Bu bir sorundur. ama anlamaya çalışmazsanız bu sorun daha da büyür ve iş önyargının verdiği zarardan daha da büyük ve yıkıcı olur..

Anlamaya çalışmamak ile anlamamak farklı şeylerdir. Anlamamak cahillikten ve bilgisizlikten, anlamaya çalışmamak ise kasıttandır. Ve en kötüsü de bu kastın bilimsel bir yöntemle yönetilmesidir. Anlayıp ta anlamıyor gözükmenin tanımı ise çok derin ve çok iğrençtir ve bu tanım,burada yazılmaz..Çünkü arif olan her zaman anlar. Her ne kadar anlamamazlıktan gelse bile. Çünkü -maalesef- bu devirde arif olmak iyi olmayı gerektirmiyor..



15 Mart 2013 Cuma


3/4 lük Rezi-Dans.. (Açlık Geyiği)


''Bugünlerde komşuları aç yatarken kendileri tok yatanlar, bunca yıl çektikleri vicdan azabından mı, yoksa her gece aç yatanları doyurmanın yorgunluğundan mıdır bilinmez, artık kendileri gibi her gece tok yatanlar ile aynı rezidanslarda birlikte yaşamayı seçiyorlar.. Çünkü biliyorlar ki o rezidanslarda aç yatan yoktur. Zira yine bilinir ki bu evlere -kendi evleri olmalarına rağmen- aç yatanların ödeyemedikleri kiralar kadar aidat ödeyenler, iyi yaşayıp tok yatanlardır. Yaşadığın yerde herkes tok yatıyorsa bizden, sizden olmanın ne önemi vardır..

Bu rezidanslarda bodrumlarında pahalı arabalarına garajları, yorgunluklarından yemek yapamadıkları için gurme restaurantları, gündüz almayı unuttukları için pahalı çanta dükkanları ve yorgunluklarını atmaları için yüzme havuzları vardır. Ve vicdanlarını arındırmaları için girdikleri saunaları..

Dairelerinde özel kahveleri, hiç kesilmeyen internetleri, 10 bin euroluk komodinleri, duvarlarında New York manzaralı fotoğrafları ve bir mahalleyi giydirebilecek oda büyüklüğündeki gardolapları vardır.. Ve kafalarında tok yattıkları düşüncesinin rahatlığı..

Kitaplar ingilizce, bir kısmı Ferrari'sini sanat bilge, hasırlar Afrika'dan, poşet çay ipekten. Dünya görüşleri patronları için Keynesçilik, kendileri için kentsoylu-orta burjuva. Böylece cehennem çemberi kuramı ne ala.. Mimikler Conan O'Brien, espriler Jay Leno'dan, kızlar Gossip Gril'den. Gözlükleri de hepimiz biliyoruz zaten.. Avadanlık bir çift raket ve üç parmaklı bowling topu.. (Geçen yaz Bodrum tatilinden alınan anadolu el dokuması kilimin mantığını bir türlü çözememişimdir..)

Titizdirler, temizdirler, bakımlı ve alımlıdırlar. İlimli, bilimli ve aynı zamanda dikkatlidirler.. İyi dinleyip güzel konuşurlar. Her şeyi düşünürler, klasik dinler, konser dönüşü Chopin ile şarap içerler.. İyi şarapları içerler..

''Ud çalar güzeller acayip güzel bir saba,
Ne duyar, ne de oynar bu yürek kırıktır..
Akmaz kendinden daha rezil bir kaba..''


Diplomalar iyi okullardandır.. İyi hocaları olmuştur ve iyi işleri vardır. Tam gün sigortalıdırlar yani. Çok çalışırlar.. Gece çalışsalar bile gam yemezler, zira her daim masalarında halkın besin sorununu düşünüp planlarken pizzaları vardır. Hem mesai, hem prim alırlar ama yine de yorgundurlar.. Aldırmazlar, yılmazlar.. iradeleri ve idealleri vardır.. Hepsi de tenis oynamayı ve ata binmeyi öğrenecektir.. Ve önümüzdeki bayram tatili Londra'dadır..''


............................... diye yazmaya başladım ki baktım duramıyorum. Daha neler neler  yazdım da, burada yayımlamadım. Kimse alınmasın demiyeceğim.. Birileri alınsın diye yazdım bu yazdıklarımı.. Zira laflarım, kendileri tok yatıp ta açlar için hiçbir şey üretmeyen bilimli, ilimli zenginlere.. Bu tür insanlar da varoşlarda olmuyor ki be kardeşim. Ya rezidans dedikleri saray taklitlerinde yaşıyorlar ya da çok lüküs sitelerde.. Yanından bile geçirtmiyorlar adamı.. Ya bir arkadaşın olacak orada yaşayan ve sana hava yapmak için seni evine çağıracak ya da bir tamirci olacaksın.. Kısacası oraları görmek için hırsız olmanız bile yetmiyor yani..

Neden mi yazdım bu yazıyı?

Geçen mutfakta oturuyorum. Sanırım bir akşam yemeği sonrası yemek masasında sallanıyordum.. Birden mutfaktaki her eşyanın, her paketin, her makinenin, her ambalajın, her aletin kısacası hemen her şeyin yabancı olduğunu farkettim. Bu rahatsız edici durum için lütfen bana ''Rahatsız oluyorsan neden alıyorsun..'' demeyin ve hemen kalkıp mutfağınıza gidin.. Eminim sizin mutfağınızda da aynıları ya da bunlara benzerleri vardır..

Bulaşık makinesinde, fırında, elektirikli şofbende ve kombide, pazardan alınmış kahve fincanlarının altında birinde ''Di va Malaysiya diğerinde Bavaria style P.R.C'' yazıları, masanın üzerindeki bardak altlıklarında  ''%40 Less calorie beer'', deterjanlarda, yerde duran poşetlerde ve market torbalarında, torbalar ve poşetler içindeki alınmış malzemelerde, çakmağımın üzerinde, Samsun sigara pakedimin yan yüzünde ''British American Tobacco'', kalorifer radyatörlerimde, buzdolabının üzerindeki reklam magnetlerinde, ocağımda, kahvemde hatta çayımda, ve hatta mutfak dolabımın tutacağının üzerindeki bir pudink markasının süs eşantiyon anahtarlığında, kremalarda, su ısıtıcısında ve bilimum mutfak robotlarında, masa üzerinde duran metremde ''Sanıy, tape measurement'', saatimde, telefonumda, tepemde yanan lambada ve ampulünde, sigara sardığım kağıtlarda ''France papira'', buzdolabı içindeki ilaçlarda, 5'li bıçak setinde ''Steel knife original'', ptates cipslerinde, bu yazılar notladığım kalemin üzerinde ''Stabilo point88 fine0,4'', balkonda duran pazar arabasında bile ve daha sinir olup bakmayı bıraktığım bir sürü şeyde hep yabancı isimler ve yabancı markalar yazıyordu..

Sonra bozulup balkona çıktım ve biraz hava alayım dedim.. Aşağı baktığımda park etmiş arbalar içinde bir panelvan, üzerinde ''Fresenius Medical Care'' yazılı bir diyaliz servis arabası.. Hemen yanında bir anaokulu servis arabası ve üzerinde ''Pinokyo Çocuk Yuvası'' yazısı.. Az ileride mahallenin bakkalı var.. Ben bu sinir bozucu duruma gülerken iki araba yanaştı bakkalın önüne.. Birinin üzerinde JTI (Japan Tobacco International) diğerinde Marlboro..

Hemen içeri girip anamı aradım ve ''Benim adım Ercan mı sahiden..?'' dedim. Annem durumu anlamadı ve kafa yaptığımı sandı yazık.. Ben gülüyorum diye azarlayıp telefonu kapattı..

Sonra düşündüm uzun süre.. Daha geçenlerde televizyonlarda tamamen kendi yaptığımız uyduyu göndereceğiz diye gurur dolu haberler yapılıyordu. Ben de sevinmiştim bu habere. Sonra bir baktım bizim ekip Çin'de.. Meğer biz sadece yapmışız.. Fırlatmak için Çin gerekiyormuş.. Yahu en azından adı ''Göktürk'' olan bu uyduyu Çin'den fırlatmasaydık be. Garibim İlteriş Kağan'ın bir zamanlar anası ağladı bu milleti Çin işgalinden kurtarmak için. Biz ise bundan 1400 yıl sonra gidip Çinlilere uydumuzu fırlattırdık.. Siz Çinli olsaydınız ne düşünürdünüz..

O haberlerin birinde bir Çinli görmüştüm. Adam sanırım fırlatma ekibindendi ya da bizim ekibi karşılayan Çinli devlet görevlisiydi. Fırlatma anında çok sevindiğini göstermek için zordan ellerini çırpıyordu bizim ekip ile beraber.. Adama birden uyuz oldum ama orada olsak ne diyeceğiz ki adama.. Muhtemelen uyuzluk içimize akar ve orada kalırdı.. Yoksa adamın ne yanıt vereceğini biliyoruz hepimiz..

Kısacası o gece kendimi nasıl hissettim anlatamam, yazıyorum işte.. Karayip Korsanları diye bir film vardır, bilirsiniz.. O sıra filmlerin birinde Uçan Hollandalı adlı bir gemide tutsak kalan ve o geminin bir parçası sayılan Stellan Skarsgård'ın bir tiplemesi vardı. Kendimi aynı onun gibi hisettim o akşam. Her yerini istiridyeler kaplamış ve onlarla bütünleşmiş bir adam gibi. Ve sadece gözlerim açık.. Tüm olan biteni görebilmem için. Paul Valery ''sadece istiridyelerle ahmaklar yapışıp kalırlar..'' der.. Adam haklı. Ben o istiridyeler içinde ahmak gibiydim sanki o gece..





 Bana bunları neden yazıyorsun diyenlere söyleyeyim; bu kabuklular artık tenimden içeri girmeye, hücrelerime, beynime yerleşmeye başladı. Korkarım yakında ne göreceğim, ne duyacağım, ne konuşabileceğim ne de düşünebileceğim.. Ve bu üstümdekiler  o rezidanslarda, saraylarda yaşayan çok bilimli ve çok ilimli zenginlerin pislikleri. Zira onların ürettikleri programlar, planlar ve projeler yüzünden böyleyim.

Bu tür yazıların sonunda herkes esaslı bir son söz bekler. Ben o esaslı sözü bilmem baba. Ben yurdumda milyonlarca insan gibi içinde yaşadığım durumu yazdım. Esaslı sözü söyleme işi çok bilenlerin. Yoksa benim yazılar tamamen duygusal..

Ercan Yaren
15 Mart 2013
ercanyaren.net 

3 Mart 2013 Pazar

Sanat Üzerine Notlar.2

..Bir topluma “Bak bu resim, bak bu heykel, ama güzel bir heykel..” demekle o toplumun sanatsal beğenilerini geliştiremezsiniz. Toplum bunu içselleştirmelidir. Bunun için de toplumun sanatçısı olmalısınız. Sanatçı atölyesi ile halkını ayrı tutmalı bence. Atölyesinde fütursuz, dışarıda halk gibi yaşamalı. Tanıdığım birçok sanatçı halkı, kendini anlamamakla suçluyor. Bu komik geliyor bana. Sanatçı neden üretmek ister ki? Kendini anlamak için mi yoksa kendini anlatmak için mi? Bana göre sanatı daha içerilere götürmeli ve topluma tükettirmeliyiz. Sergi salonları o zaman dolacaktır. Şimdilerde salonlar, açılışlarda sadece bedava şarap içmek isteyenler ile dolu.. Hoş bu aralar sergilerde alkolü de yasakladılar ya..

3 Mart 2013
ercanyaren.net

Sanat Üzerine Notlar.1


..Aslında hala o eskiden yerleşmiş yontu sanatı için “Yasak” kavramı devam etmekte. Birçok düşünceye göre olsa da olur ama olmasa daha iyi olur anlayışı sürüyor. Buna karşın bir yandan da yapılmış bir çalışmaya belli edilmese bile saygı duyulmuyor da değil. Sorun bana göre her zaman söylediğim gibi çağdaş sanatın ülkemizde hala içselleştirilemeyişindedir. Bu ise ülkemize Cumhuriyet döneminde tam hakkıyla yapılmaya başlayan Türk resminin ve buna bağlı olarak heykelin bana göre çocukluk dönemini yaşamadan halkımıza sunulmasından kaynaklanıyor. O dönemlerde Avrupa sanatı o bilindik sanattaki klasik dönemi çoktan aşmıştı. Biz ise yurdumuza klasik dönemi yaşatmadan getirdik. Bu belki de bir zorunluluktu ama sonucunda böyle sorunları da beraberinde getiriyor. Bu da korkarım ülkemiz insanının sanata ayırabildiği yeri daha çok uzun yıllar bulamayacağını gösteriyor…

ercanyaren.net