3 Mart 2013 Pazar

Bir Sivas Masalı..

“17 Şubat 1600 günüydü. Hava o şubatın kirli soğuğu ile daha bir karaydı sanki. Roma denen o bir zamanların uygar şehri, tarihe lanet okutacak bir güne hazırdı artık. Her şey hazırdı ama havanın hazırlığı hala anlaşılamamıştı.
Anlaşılamayan, havanın bu garezi ve kara oluşunun bu güne neden ortak olma isteğiydi. Meydan kalabalıktı. Roma meydanının kalabalığı içinden, üzeri hırpani ama yüzü inançtan sapasağlam bir adam, iki celladın kolları arasında sürüklenerek birazdan yakılacağı alana getiriliyordu. Kalabalık, gelen adama korkuyla bakmaktaydı. Evrende, dünyadan başka gezegenlerinde olduğunu söyleyen bu adam, Rönesans felsefesini biçimlendiren filozofların en önemlilerinden biri olan Giordano Bruno’ dan başkası değildi.  Bu kara kalabalığın korkusu, birazdan diri diri yakılacağını bildiği halde, Bruno’nun gözlerindeki kararlılıktı. Çünkü bu adam son nefesinde bile;
“Ne gördüğüm gerçeği gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.”
diyecek kadar cesurdu.
Ölüm kararını duyduğunda bile yargıçlara; “Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz” diyebilen Bruno,  Roma’da,  Campo dei Fiori Meydanında, 17 Şubat 1600 günü, bir kazığa bağlanarak diri diri yakılmıştı. O gün havayı ısıtan tek şey, Bruno’yu kavuran ateşti.”
Bu kara olaydan tam 393 yıl sonra, 2 Temmuz 1993′ te, hem de pırıl pırıl bir günde, insanlık kendini bir kez daha denedi. Bu deneme için yer olarak Anadolu’nun yıllardan beri bu topraklara ozan yetiştirdiği Sivas seçilmişti. Kısacası Bruno gibi aykırı söylemlerin en fazla çıkabileceği nadide yerlerden biri. Aradan geçen bunca yıl, insanlığı geliştirmiş olacak ki, bu deneme tam bir başarıyla sonuçlandı. Meydansa meydan, ateşse ateş, yakılacak kişiyse sürüyle. Bundan güzel bir deneme olamazdı. Sadece yer, zaman ve meydan adları farklıydı.
“Campo dei Fiori Meydanı yerine, hükümet meydanı olsa ne olur sanki.” deyip işe başlandı. Öğle saatlerinde bu deneye yaklaşık 10.000 kişi katılmaya başlamıştı bile. Bu sayı, akşamüzerine doğru yeni katılımcıları ile 20.000 lere ulaştı. Durum böyle olunca denek sayısını fazla tutmak geldi akıllarına. Tek tek uğraşmak yerine topluluğu deneyin içine dahil etmek, sanırım 393 yılda insanlığın ne kadar ileri gidebildiğinin kanıtıydı. Zira 1600′ lerde bu tür deneyleri yapanların, bir festival düzenleyip tüm denekleri aynı yerde toplamak hiç akıllarına gelmemişti. Galileo Galilei ‘nin Bruno ile beraber yanamayışının nedeni bu olsa gerek. Kısacası bizimkiler daha akıllı çıkmıştı. Eski teknolojilerin günde bir tane ürettiği otomobil sayısı, günümüz teknolojisi ile günde 1000 arabaya çıkıyorsa ve çağdaşsak, neden 1 yerine 35 aydın yanmasındı?
Ve artık zamanı gelmişti. Akşamüzeri havanın hafif kararmasının, bu tür bir deneye görsellik açısından çok şey katacağını düşünenler, ilk kibridi yakmıştı. Önce perdeleri tutuştu Madımak Otelinin. Ardından koltukları ve ardından kapıları. Ve ardından her yer 17 Şubat 1600 günü gibi kirlenmeye başladı. Ortalığı bir kara duman aldı. İşler iyi gidiyordu kısacası. Tek bilinmezlik, içerde durumun nasıl olduğuydu. Ama bu bilinmezlik çok sorun olamazdı. Zira bu toptan bir yakma töreniydi ve sonuçları almak için bir iki gün beklemek gerekiyordu. İş büyük olunca, sonuçları da beklemek bir erdemdir. Dışarıda 20. 000 erdemli bu beklemeye çok önceden hazırlanmışlardı zaten.
Bu sorunu da çok çabuk atlatıp, dağıldılar. Geride kara bir hava ve ağır kokular bırakarak. Evlerine gittiler ve yattılar. Uyudular. Uykularında hangi rüyaları gördükleri hala sır gibi saklanır. “İmi timi belirsiz oldular.” derler ya, işte öyle bir şey. Kimileri “Kayboldular” derken, kimileri de o kara ve ağır havanın içlerinde bir yerde dolaştıklarını ve bir gün dönüp geleceklerini söylediler. Babalar, gece masallarına konu ettiler bu deneycileri. Eski “Umacı” masalları, yerini bunlara bırakmıştı artık. Ve bu onları mutlu etti..Ama hala bu işlerinden dolayı ödül alıp, almadıkları tartışılmaktadır.
Sabah olmuştu. Deneyin sonuçları, deney büyük olunca her yayın organından verilmeye başladı. Bir günde 35 kişi yakılmıştı. Masrafsız bir işti. Kimileri 37 dediler. Bu sonradan eklenen 2 kişi aslında deneyin ilk kıvılcımını ateşleyen öncülerden ikisiydi. Kısacası sonuca giremediler ama tarih onları “Deney zayiatı” olarak karanlık sayfalarına aldı. İş başarılmıştı. Dile kolay, bir günde 35 kişi. Bruno’yu yakanlar düşünsündü artık. Roma meydanı katılımcıları o gün bu gün ağlar oldular. Kafalarını taşlara vurup ” Neden bir tane, neden bir tane?” ağlaşırlar. Bir rivayete göre, Irak savaşını bu sebeple başlattıkları söylenir.
Bu masal burada bitmiş görünse de, öyle herkesin beklediği gibi gökten üç elma falan düşmedi.  Ama sabah olduğunda gökten üç elma yerine tam 35 aydın yağmıştı. Ve hala yağdığı söylenir….
İlle de birer elma isteyenlere,
Birinci Elma Aydınlara :
2 Temmuz 1993, 17 Şubat 1600′ e sorar:
— “Neden Bruno’yu yaktıkları gün kara, soğuk ve kirliydin?”
17 Şubat 1600 şöyle yanıt verir:
— ” Sen o gün pırıl pırıldın da, ne oldu dostum? !!”
İkinci Elma meydanlara :
Campo dei Fiori Meydan’ ı bizim Hükümet Meydanına sorar:
—-”Yahu dostum, hala şaşarım. Nasıl becerdiniz bir günde 35 kişiyi yakmayı ?”
Bizim Hükümet Meydanı hala yanıtı düşünmektedir.
Üçüncü Elma gericilere :
Roma’nın gericileri bizim gericilere sormaz, direk söyler :
— “Önünüze bir Elma attılar. Alsanıza !!”
Bizim gericiler yanıt verir :
—”Bir Elmaya kaç kişi yakmamız gerekiyor, hala onu tartışıyoruz. Bitsin alırız..”

Sivas’ ta ve tüm dünyada gericiler tarafından katledilen bu aydın ve bilge insanların anısına….

1 Temmuz 2008
ercanyaren.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder