3 Mart 2013 Pazar

Yurdum, Sanatı ve Onun Televole Kıskacı..


Bir ülkede sanatın hala neden ilerlemediğini ya da gerçek değerini hala neden bulamadığını anlamak için, basına ya da medyaya bakmak yeterlidir. Bu sorunu anlamak için bahsi geçen bu iki oyuncakla bir iki saat oynamak kafidir. Eli yüzü düzgün bir kaç sanat dergisi dışında, diğer basının sayfalarını okuduğumuz zaman, asıl kaygının sanatta yozlaşma değil de, kusacağımız en yakın lavaboyu aramak olduğunu anlamak hiçte zor olmayacaktır. Son 10 yada 15 yıldan bu yana, bu ülkede bazılarının kültür bile dediği ” televole ” iğrençliği, sanatın sahibiymiş gibi gösteriliyor. Kendi deyimleriyle sanat için bu sözde kültürün içinde olmak, sanatçı ya da sanatsever olmak için yetiyor. “Sanat bazı olaylara kılıftır.” sözünü yanlış anlayan, hatta bu yanılgının farkında olmalarına rağmen, hala aymayan bu televole malzemeleri, neye kılıf olduklarının farkında bile değiller. Hizmet ettikleri dünyanın sanat dünyası olduğunu sanan bu çanta içindeki yedek parçalar, hizmeti bırakın nelere zarar verdiklerinin bile farkına varmayacak kadar sanatsal zekadan yoksundurlar.
Yurdum da binlerce insanın sanat için çalıştığını her zaman görmezden gelen ve her zaman yok sayan bu basın, dünyaca ünlü ressamlarımızı, tüm Avrupa’ nın aranılan Türk heykeltraşlarını ya da bir sürü uluslararası sanat festivallerine onur konuğu olarak çağrılan ünlü müzisyenlerimizi nedense hiç hatırlamaz. Ama bunun yanında çok iyi tezgahlanmış saçma sapan bir sürü diziyi sanki kendi kültürümüzmüş gibi her gece izletmeye çalışan yine bu medya ve basındır. Bunlara birde binlerce dolar harcayarak ve büyük sanat olayı gibi göstererek ne kadar komik olduğunu da ıspatlamaktadır. Batıda ki yozlaşma, sanki bizim ülkemizde de şartmış gibi oradaki düzmece yarışmalarıda bu yurda sokmak, işin kaymağı olmuştur. Ülkemde yığınla sorun varken, günlerce kaynana – gelin kavgalarını gösteren televizyonlar, ileride bakalım neleri önümüze koyup sanatı unutturmaya çalışacak. Masa başında günlerce konuşulup tartışılmış, eski kocakarı masallarını senaryolaştırıp kurguladıktan sonra, 6.his, Kalp Gözü, Sırlar dünyası gibi esrarengiz adlarla halkın duygularını bile pazarlayan bu kanallar sanat adına ne yaptılar ? Bilim de boyut kavramı tartışılmayı beklerken ya da heykelde ki 3 boyutun ne anlama geldiğini anlatmak dururken, neden bilmem kaçıncı boyutun senaryosunu yazarlar ? Nedir bu aymazlık ?
Sanattaki gelişmenin, sanatçının ve sanatseverin ne kadar çok bildiği ile gelişeceği gerçeğini bir kenara bırakıp, ne kadar isminin duyulacağına inananların sahiplenmeye çalıştığı bu sanat dünyası ne kadar verimli olabilir ki ? Günümüzde geçerliliğini yitirmeye başladığı ” Sanat, sanatçıya doğuştan gelir, sonradan verilemez. ” söylemi, ne zaman gerçek anlamını bulacaktır ?
Bu sorunları sorguladığımız zaman bu basın, yanıt olarak şunu söyleyebiliyor, “Ünlü sanatçıların özel yaşamları hep merak edilir. Biz de bunu yapıyoruz.”  Düz bakarsak soru ve yanıtında bir sorun gözükmez. Evet, sanat varolduğu günden beri ünlü sanatçıların özel yaşamları merak edilmiştir. Ama merak edilen, bu sanatçıların, sanat için çekildiklerinde nelerden etlilendikleridir. O atölyelerinde neleri düşündükleridir ya da inzivalarıdır. Dali’ nin başına neden ekmek bağladığını merak etmek doğaldır. Çünkü ekmeği başına bağlayan Dali’ dir. Neden hiç yıkanmadığını merak ettiğimiz Michelangelo’ dur. Gerçek sanatçıların özel yaşamlarında ki geriplikler ile verdikleri eserler arasında ki bu uyuşmazlık hayret vericidir.Hayret verici herşey insanda merak uyandırır. Bu merak konusu gerçek sanatçılarda böyleyken, televole ürünü ve sanatçı maskesi altındakilerde farklıdır.Halktan daha iyi düşündüğünü sanan bu ahmak basın, bizim bu sanatçı taklitlerinin birbirlerini neden aldattıklarını merak ettiğimizi sanır. Ya da böyle düşünmemizin doğru olacağını dayatır. Bazen de hangi barda, hangi yemeği, kimi kazıklarken yediğini merak etmemizin daha doğru olacağını söyler. Bu bize yutturmaya çalıştıkları, adınada sanatçı dedikleri zavallıların ne ürettiklerinde nedense hiç bahsetmezler.
“Tam 50 kilo fazlam var.” diyen birinin, 50 kilo verdikten sonra yapacağı sanatın daha mı zarif olacağını düşünelim yani? Yada ”Bilmem hangi bayan boydan kaybetti.” haberinden sonra haber malzemesi bayanın, kısaldığında kısa metrajlı film dalında oskar alacağını mı düşünelim? Sanatta üretmenin boyla ya da kilo ile ilgisi olduğunu düşünürsek Edip Akbayram’ı nereye koymalıyız ? Boy uzunluğu sanat için önemliyse, kısacık boyu ile yıllarca şu yurda fabrika gibi türkü üreten Neşet Ertaş usta basketbolmu oynamalıydı ?
İşlerinden çok,  isimlerin öne çıkmasını erdem sayanların hakim olduğu bir sanat dünyasındayız. Yapılan işlerin hiçbir sanatsal kaygı taşımaması, en büyük kaygımız olmalıyken, isim kaygımızın öne çıkması sanat dediğimiz değeri ne kadar değerlendirir bilinmez. Asıl acı olan ise, bu iğrençlikten gerçek sanatçıların da nasiplenmiş olmasıdır. Bu aymazlığa en önce sanatçıların karşı durması gerekirken, bu karmaşa ve iğrençlik içinde yer almaları, sorunlara çözüm bulmayı güçleştirmektedir. Sanat yapmak dururken, başka işlere dalmak içinden çıkılamayacak, yanıtı olmayacak sorulara iter sanatçıyı.
Her nekadar sanat yurdumda ve dünyada bu durumda olsa bile, yurdumun bir yerlerinde, dünyanın bir yerlerinde, birileri, hiçbir kaygı taşımadan sessizce sanat yapmaya devam ediyor.  Ve inadına edecektir.

5 Temmuz 2007
ercanyaren.net

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder